Efendim, “Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar” diye başlayan türküyü bilmeyen yoktur herhalde. Gerek kültürel zenginliği gerekse kökümüzün Güneydoğulu olması nedeniyle hep görmek istediğim ama henüz kısmet olmayan bu şehre vefalı okurumuz Yasemin Baş’ın yolu düşmüş. Facebook sayfamızda paylaştığı gezi notlarını, yine kendisinin çektiği fotolarla sitemizde yayınlamak ve tüm Deretepe.net’cilerle paylaşmak boynumuzun borcu. Daha önce de yayınladığımız Kastamonu Gezisi ve Hafta Sonu Gaziantep Kaçamağı yazılarının da sahibi olan misafir yazarımıza teşekkür ediyor, sizleri yasemin Baş’ın kalemiyle baş başa bırakıyoruz.
Öncelikle şunu belirtelim, eğer aşırı araştırmacı bir ruhunuz yoksa, bir yeri gezerken yanınızda bölgeyi iyi bilen birilerinin olmasında fayda var. Biz de öyle yaptık. Bir Cumartesi sabahı iniyoruz Şanlıurfa’ya. Yolumuz Gaziantep’e esasında ama “Şanlıurfa da güzel memlekettir, gezin” düştük yollara…
Kapıda bizi rehberimiz karşılıyor, saat sabahın kör vakitleri, gözlerde uyku mahmurluğu… İlk durağımız olan Göbeklitepe’ye gitmek üzere yola koyuluyoruz. Göbeklitepe, yani TARİHİN SIFIR NOKTASI.
Girişinde de aynen böyle yazıyor: “Tarihin sıfır noktasına hoş geldiniz”
Göbeklitepe – Şanlıurfa Havaalanı aşağı yukarı araba ile 45-50 dakika sürüyor. Enteresan bir enerjisi var buranın. Daha levhayı görür görmez diyorsunuz ki burası başka… Dağı, taşı, havası başka… Burası mı şimdi bilinen ilk yaşam merkezi? Öyle ki kazılarda görev alan Alman arkeolog Klaus Schmidt de evini barkını bırakıp burada yaşamaya başlamış zaten. Kazı alanının içerisinde prefabrik bir yapıda sürdürüyor yaşamını, tarihin merkezine bakarak. Demeyin öyle hemen evi işe yakın olsun diye yapmıştır diye, kazılar sadece Eylül ve Ekim aylarında 10 hafta süre ile yapılıyor.
Dolaşmaya başlıyoruz. Kazılarda dört tapınak gün yüzüne çıkmış durumda şu anda. Muhtemelen dahasını kazmayacaklar, çünkü bu şekilde toprak altında bırakmak da bir koruma yöntemiymiş rehberimizin dediğine göre.
Tapınaklar, ortada iki büyük, etrafında 12 adet nispi olarak daha küçük insan temsili sütunun çevrelemesiyle oluşuyor. Bu haliyle Zodyak döngüsünü, hatta bir saati anımsatıyor. İnsan temsillerinin kolları sembolize edilmiş ve temsili sütunların üzerinde çeşitli hayvan figürleri işlenmiş. Hayvanların sembolojideki anlamlarına tek tek girmeyeceğiz ama bugünün anlamsız sanat eserlerine bakılırsa çok derin manalar sakladığına şüphe yok. Düşünmeden edemiyor insan, hangimiz ilkel, hangimizin bilgisi daha ileride ya da daha geride?
Öte yandan bölgede hiç insan kalıntısına rastlanmamış, sadece hayvan kalıntıları bulunuyor. Bu da aslında yaşam merkezinin daha uzakta bir yerde olduğunu, bu bölgede sadece ibadet edildiğini ve tanrıya kurban sunulduğunu gösteriyor. Nitekim tapınakların sonundaki ucu bilinmeyen merdiven de bunun bir göstergesi…
Neyse, Göbeklitepe ile ilgili daha detaylı bilgiyi http://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%B6beklitepe adresinden de elde etmek mümkün diyor ve bir sonraki durağımız olan Harran’a doğru yola çıkıyoruz.
Yol üzerinde pamuk tarlaları var. Tam da pamuk toplama mevsimi… Dalıyoruz aralarına çamurlara bata çıka… Bizim yarım saatlik molamız, onların yaşam biçimi… Ellerinde eldivenleri, kararmış yüzleri ile pamuk topluyor mevsimlik işçiler. Fatma ile tanışıyoruz orada, adı Fatma değil ama ben ona Fatma diyeceğim. Fatma yeni başlamış pamukta çalışmaya, ablası çalışıyormuş önce ama o 17’sinde nişanlanınca, okuldan alıp Fatma’yı vermişler tarlaya, daha 16’sında… İnsanın içi sızlıyor…
Ayrılıyoruz oradan da… Yolumuz Harran…
Harran’ın kelime anlamı yolların kesiştiği, birleştiği yer. Tevrat’ta Haran olarak bahsedilen yerin de burası olduğu rivayet edilmekte. Tarihte bölgede yaşanan savaşlar sonrasında pek bir şey kalmamış olsa da buranın önemli bir yaşam merkezi olduğunun -en azından- izlerini görmek insanı biraz olsun rahatlatıyor.
Burada genç – yaşlı kadınların neredeyse tümü bordo bir kıyafet ve üzerine eflatuni bir yazma bağlıyor. Kalıntıların olduğu yerden ayrılarak Harran Kültür Evi’ne geçiyoruz. Burası gerçekten bir köy evi ve içerisinde insanlar yaşıyor. Kubbeli, içinde bölgedeki hayatı ifade eden çeşitli objelerin sergilendiği bir yapı kültür evi.
Gelmişken birkaç fotoğraf çekiyor, ev ahalisiyle sohbet ediyor ve mekandan ayrılıyoruz. Daha gidecek çok yer var…
Sonraki durak Şanlıurfa şehir merkezi. Çok sıkış tepiş, çok yakın binalar birbirine ve çok büyük olmasa da bir Anadolu şehrinden beklenmeyecek ölçüde kalabalık. Şanlıurfa’ya gelince Urfa kebabı ve ciğer yemeden şehirden ayrılmak olmaz diyor ve gruptaki diğer insanların tabaklarından da otlanmak suretiyle karnımızı bir güzel doyuruyor, sonrasında da Balıklı Göl’e doğru yola koyuluyoruz.
Yakınmış zaten Balıklı Göl, hemencecik yürüyerek 5 dakikalık mesafede. Balıklı Göl teslimiyetin simgesi adeta. Sınırsız bir imanın ve Allah’ın takdirine kendini bırakışın simgesi gibi. Balıklıgöl, rivayete göre Hazreti İbrahim’in Nemrut tarafından ateşe atıldığı yer.
Hazreti İbrahim, putlara karşı çıkıyor çünkü, kul yapımı bir Tanrı’ya tapmanın akıl ve mantık dışı olduğunu söylüyor. Derdini anlatamayınca da herkesin eğlencede olduğu bir vakit, alıyor eline bir balta ve başlıyor putları kırmaya. İşi bitince de baltayı alıp en büyük putun boynuna asıyor. Soruyorlar İbrahim’e neden yaptın diye, diyor ki “Ben bir şey yapmadım, bakın, balta sizin Tanrınızın boynunda”. Diyorlar ki “Olur mu öyle şey, onlar bir şey yapamaz.” “O zaman” diyor İbrahim, “Sizin tanrınız nasıl bir şey yapamaz, bir şey yapamıyorsa Tanrı mıdır?” Bunun üzerine Nemrut bir ateş hazırlatıyor, bir de mancınık. Hazreti İbrahim’i mancınığa bağlayıp ateşe atacak. O sıra Cebrail (a.s.) geliyor ve diyor ki “İbrahim, bir diyeceğin var mıdır?”. “Takdir Allah’ın” diyor Hazreti İbrahim ve mancınık boşalıyor… Ateş suya, odunlar balığa dönüşüveriyor…
“Bitti mi evladım” diye sordu Reşit Amca o sıra. “Bitti” dedi bizim rehber. Reşit Amca kimdir, nedir bilmiyoruz, rehber anlatırken geldi yanımıza, dinledi usul usul. Bekledi ki rehber sözünü bitirsin. Sonra başladı anlatmaya…
“Evladım ağziya sağlıh, eyi dediğ hoş dediğ ama eksik söylediğ”…
“O” dedi Hz İbrahim için “Allah’ı aradı. Güneş’e baktı, Güneş battı; Ay’a baktı, Ay battı. Sonra evrene baktı, birliği gördü, düzeni gördü, o zaman Allah’ını buldu, iman etti.”
“Hazreti İbrahim kimdir? Bizim babamız. Biliyor musunuz bizim iki babamız var. Biri Hazreti Âdem, İkincisi Hazreti İbrahim. Şimdi söyleyin bakalım, hepimiz Hazreti Adem’e eşit derecede akrabayken, seni benden, beni senden üstün yapan ne?”
“Dünya baktığın zaman bir oda, dünyada sınır var mı? Yooook. Hepimiz de bu odada hissedarız ancak. O zaman kim diyor ki orası İstanbul’dur, burası Şanlıurfa’dır diye? İnsanların arasına sınırı koyan ne?”
“Bak evladım, bir kâğıda “a, b, c” yazdım. Diğerine de “Allah” yazdım. İkisi de düştü yere, önce hangisini alırsın?” Herkes Allah yazanı alacağını söylüyor ama Reşit Amca itiraz ediyor. “Yooook evladım yoook, “a, b, c aklının dediğidir, Allah, gönlünün dediğidir. Önce aklına mukayyet olacaksın ki gönlünün dediğine akıl erdireceksin.”
“Şimdi baktığın zaman insan bedeni hayvanınkinden daha değersizdir. İnsan ölür, toprağa karışır gider. Ama hayvanın etini yersin, derisini kullanırsın. O zaman seni hayvana üstün yapan bedenin değil, doğru mu? Akıl! Aklına mukayyet olacaksın evladım”
“Allah, evreni ikilik üzerine yarattı… Geceyi yarattı ki gündüzü bil, kötüyü yarattı ki iyiyi bil. Evrende her şey birliğe ulaşmaya çalışır. Tekâmül eder. O zaman insan kendini evriltecek.”
Böyle dedi Reşit Amca… Dedi ki “Evladım, benim sofram fukara ama suyum tatlıdır, gelin buyurun, soframa misafir olun” kalamadık… Olsun, bir dahaki sefere inşallah… Ama sözlerin bende Reşit Amca ve şimdi bu yazının muhatabı herkeste, o yüzden hakkını helal et.
Hayatımın en iyi derslerinden biri olmuştu herhâlde Reşit Amca’nın söyledikleri. Bir gün yolunuz Şanlıurfa’ya düşerse, Balıklıgöl’e de uğrarsanız hele, iyi bakın etrafınıza, belki Reşit Amca oralardadır.
Reşit Amca’dan ayrıldıktan sonra Hazreti İbrahim’in yaşadığına inanılan mağaraya gidiyoruz. “Edeple giren, lütufla çıkar” yazıyor kapının girişinde. Suyumuzu içip, duamızı edip, ayrılıyoruz Balıklıgöl’den.
Sonrasında artık yavaş yavaş şehirden ayrılma zamanıdır ki bir tatlı yemeden olmaz, çarşının içinde bulabildiğimiz ilk künefeciye girip, Urfa işi künefemizi de yiyip artık şehirden ayrılıyoruz.
Özetleyecek olursak;
Şanlıurfa’da:
– Nerelere gidilir: Göbeklitepe, Harran, Merkez, Balıklıgöl, Kale
– Ne yenir: Ciğer, Urfa Kebabı, Künefe
– Ne alınır: Mor yemeni, bakır ürünler, salça, isot…
Ve bir rica:)) Bir gün ola ki yolunuz düşer de Balıklıgöl’e giderseniz, Reşit Amca’da oradaysa selamımı söyleyin, helal etsin hakkını, çok anlattım anlattıklarını 🙂
Merak edenler için Reşit Amca: www.youtube.com/watch?v=zxvrhRlr6f0
Son Aramalar
urfa balkl gl devlet hastanesi, şanlıurfa gezi yazısı, urfa balıklı göl, urfa gezi yazısı örneği, gezi yazısı örnekleri urfa balıklıgöl, balikligol, urfa gezi yazısı örnekleri, balıklı göl, şanlıurfa anlatan slayt indir, gezi yazısı örnekleri urfa, urfa harran evleri, gezi yazısı örnekleri şanlıurfa, sanliurfa balikli gol gezi yazisi, şanlıurfa balıklıgöl gezi yazısı, urfa gezi yazisi, şanlıurfa gezi yazıları, şanlıurfa gezi rehberi, urfanin tarihi ile ilgili sunum, gezi yazısı örnekleri kısa şanlıurfa, Bolu balıklı göl, şanlıurfa balıklı göl, harran hikayesi, GÖbeklitepe - Harran, künefe wikipedia, harran kızları
Harika yazı ve güzel fotoğraflar için teşekkür ederim. Tek solukta okudum, Reşit Amca’nın sözlerinden kendime pay çıkardım. Fotoğraflardaki kadrajınız çok iyi, ışığınız bol olsun
Çok teeşkkür ederim, ilginiz ve yorumlarınız için. Çok severek gezdiğim, bende derin izler bırakan bir yerdi.
Işık için ayrıca teşekkürler :)) Çekmeye çalışıyoruz 🙂
Paylaştığınız videodan Reşit amcayı dinledim Allah onunla sohbet edebilmeyi böyle insanlarla karşılaşmayı nasip eylesin
Reşit Amca ile ikinci gidişimde de karşılaştık.. mistik bir karşılaşmaydı gerçekten. detaylar bende kalsın ama çok isterseniz kendisini görmek mümkün.. Allah ondan razi olsun, binyıl yaşasam alamam öyle dersi, Belki bir defa daha görmek nasiptir, inşallah yani…
Saygılarımla,
Çok güzel fakat tekdüze buluyorum hiçbir gelişme yok iyileştirme yok zamanın kültürü nasılsa öyle bir şey kattığımız yok orda milyon balık var ama yenmiyor onları alın okyanusa bırakın ve olabilecek tatlı su balığı koyun böylece hem oraya gelenler balık bile tutabilir İbrahim peygamber herhalde buradan yararlanmamızı isterdi
Ben çok iyiyim Selamlar
evet gerçekten çok beğenerek izledim gezinizi ve resimlerle verilen bilgileri çok beğendim.emeğinize sağlık ben bayaa bi merak ettim nasip olursa ilk gezi proğramımızda halil ibrahim gölü ve balıklar ile etrafı olacaktır… bu paylaşımlardan dolayı emek sahiplerine sayın BAŞ a ve diğer arkadaşlarına müteşekkirim.esen kalın..ANNTAKYA dan sevgiler,selamlar…
ben urfayı görmüş biri olarak gerçekten büyülendim. hala o heyecanı urfa kelimesini duyunca bile yaşıyorum bütün şehirlerimiz bi yana urfa bi yana…