Ağustos 2017
Her şeyin bir ilki vardır. Anlatacağım kısa ama bol hareketli macera ise bizim ilk ve belki de son kamp maceramız oldu. En başından teker teker anlatacağım.
Ben, babam ve iki kuzenim olmak üzere bu yaz tatil yapalım dedik. Lakin bu tatilin masrafını karşılayacak kişi babam olduğundan ve para konusunda biraz sıkı olduğundan gideceğimiz yerlerde otel veya pansiyon gibi bir lüksümüz yok. Eee nerede konaklayacağız? Çadır geldi aklımıza. Tabi ki kaliteli bir çadır alamayız, ucuz, bizi idare edecek bir şeyler baktım internetten. Angel Eye marka 10 kişilik 300×300 çadır 180 TL. Efsane bir fiyat. Yanına bir de şişme yatak çaktım, toplam 260 TL’ye kapattık tüm malzemeyi. Zaten daha yukarı bir fiyata babam tatili kapatırdı, böylesi iyi oldu.
1. GÜN
Bir Perşembe sabahı çıktık yola. 6-7 saatlik bir yolculuğun sonunda Ankara-Salda Gölü yolunu bitirdik. Şimdiden söyleyeyim, Burdur tarafından geçip Salda Gölü’ne güneyden girin. Biz kuzey tarafında bir yoldan girdik. 30 km boyunca nadir asfalt çoğunlukla toprak bir yolda düşük hızda ilerledik, hem yorulduk hem zaman kaybettik. Bizim girdiğimiz kuzey tarafta ve gölün yakınında Doğanbaba köyü ile karşılaştık. Açız. Doğru dürüst yiyecek de yok yanımızda. Sebze meyve alalım dedik. Köye baksan zannedersin terk edilmiş nükleer facia bölgesi, kimse yok. Gide gide sonunda gölün daha yakınında birçok ev ile karşılaştık, biraz moralimiz düzeldi. Bir tane bakkal bulduk ve oradan domates ve yumurta aldık. Neden mi başka bir şey almadık? Çünkü yoktu.
İlk bakışta gölün cezbedici renkleri gözünüzü alıyor. Çizgi şeklinde derinleşmesi, açık maviden bir anda koyu maviye geçişi içinizi biraz ürpertse de cidden enfes. Türkiye’nin en derin, dünyanın 3. derin gölü burası. Gölün hemen kıyısından giden toprak bir yol var, oraya girmenizi tavsiye etmem. Evet kıyıdan gidiyorsunuz ama bozuk satıh. Bir anda önünüze barikat çıkabilir ve geldiğiniz onca yolu geri dönmenize sebep olabilir. O yüzden biraz yukarıda olan asfalt yoldan ilerledik. Maldivler denen kısım sağımızda kalacak şekilde kendimize bir çadır mekanı bulduk. Etrafı toprakla kaplı geniş bir oyuk şeklinde, nispeten bizi rüzgardan koruyacak olan bu yere kurduk çadırı. Domates + yumurta, fazla düşünmeye gerek kalmadan başladık menemen yapmaya. Sandıklı’dan geçerken aldığımız daire şeklinde 2 kiloluk ekmeği menemenle gömdük.
Biz ilk defa kamp kuracak adamlarız. Bulunduğumuz bölge itibariyle de burada bizden başka insan yok. Maldivler denen kısımda birkaç kampçı var ama bizden oldukça uzaktalar. Neyse, kurduk çadırı, iki şişme yatak attık içine. Daha çadıra girmeyi düşünmezken yağmur bastırdı. Saat 20:30 civarıydı. Yağmurun gelişiyle birlikte zifiri karanlığa büründük. Hepimiz bir anda çadıra doluştuk. Bu yağmur öyle serpiştirip geçecek gibi değil, mecbur erken yatıyoruz. 10 dakika sonra çadır penceresinden su almaya başladı, hemen bir çözüm üretmeliydik. Dış tarafa arabanın güneşliğini serdik, iç taraftaki damlatan yere ise bir şişe bağladık. Neyse ki yağmur sağanağa dönüşmeden bitti.
Gecenin bir vakti, hayatımızda ilk defa bu kadar ıssız bir yerde kalıyoruz. Herkes o kadar tedirgin ki, çıt çıksa irkiliyoruz. Birinin ihtiyacı gelse diğeri de onunla beraber gidiyor. Çok sıkışık olmasam bile depoyu sıfırlamak için biri ne zaman kalksa ben de yanındayım. Ortalama her saat başı bazen çıkan bir sesten, bazense nedensiz uyanıyoruz. Kuzenim “şuradan bi ışık geliyo” diyerek pencere tarafını gösterdi. Lan ! Hakikaten bi ışık geliyo. O ne lan zifiri karanlıkta? Çadırın penceresini açıp da onun ay olduğunu öğrenene kadar baya korktuk.
En çok korkutan ise sesler. Özellikle de çadıra sürtünme sesi. Birinin olur ya uyurken ayağı çadıra değse herkes irkilerek “O NE LAN! NEYDİ O?” durumu oluyor. En son sabaha doğru saat başı uyanmalarımızın birinin ardından tekrar uykuya dönüyoruz, solumda babam yatıyor, ben uykuya dalmak üzereyim, rüya falan görüyorum yavaştan. Babam bir anda yüksek bir sesle “Hassktr lan !” diyerek çadıra vurmasıyla korkudan benim sol omzuma kramp girdi. Büyük kuzenim nefes nefese ayı saldırdı sanmış. En son öğrendik ki babam kafasına bir şeyin dokunduğunu hissetmiş (tahminen köpek), o yüzden çadıra şamarı yapıştırmış. O birkaç saniye altımıza s.çtık resmen.
2. GÜN
Sabah mecbur yine menemen yaptık 😀 Henüz buraya gelmeden Bim’den konserve barbunya pilaki almıştık, onu da gömdük. Öğleye doğru, gece yağan yağmurun bıraktığı serinlik gitmişti. Benim gibi çok üşüyen biri için bu çok iyi oldu, zira gölde ciddi ciddi üşüyordum. Ne yazık ki havanın ısınması bile beni göle sokmaya yetmedi. Lakin buraya kadar gelmişken göle girmeden veya eğlenceli vakit geçirmeden de ayrılmak istemiyordum. Şişme yataklardan birini suya sokmak ve üstünde türlü salak hareketler yapmak için babamı ikna ettim. İzin verdikten sonra yatağı kaptığım gibi suya attım. Hafif rüzgar olduğundan yatak beni sağımızda kalan Maldivler kısmına sürüklüyordu. Yatağın bir köşesine geçip kulaç atarak az da olsa nereye gideceğimi kontrol edebiliyordum.Yatakla beraber derinlere doğru ilerledim. Su o kadar berrak ki ilerledikçe gördüğünüz renkler harika. İnanın hiç bu kadar eğlenmemiştim. Öğleden sonra ne yazık ki hava durumu burada daha fazla kalamayacağımızı söylüyordu. Anlayacağınız “Rain is Coming (Again)”
Tek gecelik tatil bize yetmez. 450 km gelmişim, geri mi döneceğim ? Herkes düşündü taşındı, uzun uzun tartıştık (bunların hepsi yaklaşık 10 sn) ve sonunda Pamukkale’ye gitme kararı alındı, sonrasında ise madem denize bu kadar yakınız, Marmaris !
Yola çıktığımızda saat 14:30 civarıydı sanırım. Yola koyulduk, Google Maps’ten haritayı inceliyordum. Dediğim gibi geç bir vakitte yola çıktığımız için Pamukkale’ye ulaştığımızda çok geç olabilirdi, bu yüzden haritada tamamen rastlantı şeklinde gördüğüm şu yeşil bölüm geceyi geçireceğimiz yer oldu.
“Honaz Dağı Milli Parkı”
Honaz dağına uğrayın, gidin, görün, beğenin. Şimdi paragrafın öğretici-bilgilendirici kısmına geçiyorum, iyi dinleyin.
Işıklandırma, tuvalet, mescit, mangal yeri, çeşme, çocuk parkı, üstü kapalı oturaklar, çöp konteynırları.. Kısaca tam bir piknik ve kamp alanı. Yoğun egzoz dumanına maruz kaldığınız bir şehirden geliyorsanız fazla oksijen bünyeyi şaşırtabilir. Karavanlarıyla kalmaya gelenler de vardı günübirlik piknikçiler de…
Şu bir gerçekti ki kimse tekrar çadır kurmak istemiyordu. Bunun bir kaç nedeni var. Şöyle sıralayabilirim;
1-Gece korkusu
2-Araba ağzına kadar dolu olduğundan herhangi bir şey çıkartıldığında her şey yerinden oynuyor ve tekrar düzen yapılması gerekiyor – ki bu çok yorucu – ileriki satırlarda beni ne kadar yorduğunu göreceksiniz
3-Üşengeçlik
Yavaş yavaş hava karardı. Bim’den aldığım hazır çorbayı ve Salda Gölü’ne yakın olan ama şuan ismini hatırlayamadığım köyün bakkalından aldığımız domates, peynir, salatalık, evden gelen biraz reçel ve iki kiloluk ekmeği yedik.
Mescidi gözümüze kestirdik. Çayımızı yudumlarken bir yandan mescidi yan gözle kesiyor bir yandan da hain planlar yapıyorduk. Konuşmalar şu tarzdı:
– Baya geniş, atarız iki yatağı, hem çadır derdi de yok. Gece kim gelecek mescide, şuradaki ayyaşların teheccüde kalkacak hali yok ya..
– Aynen, ama biraz dışarıda vakit geçirelim, herkes uyuduğunda gireriz, kimse anlamaz. (Sanki banka soyuyoruz)
Saatler yarımı gösteriyordu. Babamın kaş göz işaretiyle operasyon başladı. Bagajdan 2 şişme yatak, 4 yastık, 2 çarşaf, 3 battaniye çıkarıldı. (Niye tıklım tıklım yavaş yavaş anlayacaksınız)
3.GÜN
15-20 metrekare genişliğindeki bu mescit tek gecelik evimiz oldu.
Sabaha doğru babam “Yüzüme ıslak bir şey değdi” dedi. Allah Allah ? Mescitteyiz yağmur deme bana. Tavana göz gezdirirken bu kadar sessiz ve görünmez bir şekilde uçabildiğine şaşırdığım yarasayı fark ettik. Babamın yüzüne işemiş, kuzenimin yastığına bol miktarda pislemiş, üstüne üstlük başımızın üzerinde terbiyesizce sinek gibi dönüyordu. Babamdan gelen ilk emir beni sanki çok mühim askeri bir görev yapıyormuşcasına heyecanlandırdı.
– Yusuf, indir şunu !
Gece üşürsem diye yanıma aldığım hırka ile uçarken önünü kesip onu düşürmeyi hedefliyordum. Birkaç hırka darbesinden sonra yarasayı mescidin bayanlar mevziine düşürdüm. Yanına gittiğimde öldüğünü sandım, yerde yatıyor, kanatlarını toplamış, hiç konuşmuyordu. (Sonra öğrendim ki yarasalar zaten konuşamıyormuş)
Kafasını okşadım, birkaç saniye sonra tekrar havalandı. Bir an mutlu oldum ölmediği için ama sonra babamdan gelen yeni bir emir ile bunu yapmak zorunda bırakıldım.
– Yusuf ! Hala indiremedin mi şu LANET YARATIĞI !!! (Tabi ki böyle demedi, ortama biraz renk katmak için konuşmalarla oynuyor olabilirim, hehehe)
Son bir darbe daha atacaktım ki, mescidin elektrik hattında bulunan deliğe kaçtı.
Böylece kısa Batman maceram da son bulmuş oldu.
Babam dün akşam orada bulunan insanlarla biraz sohbet etmiş, Marmaris tarafına gideceğimizi falan söylemiş. Oradan biri de giderken “Akyaka-Azmak nehrine uğrayın, girin, orada bi balık yiyin” diye tavsiye vermiş. Böylece rotamızı Azmak nehrine çevirdik. 150 km’lik yolculuğun sonunda Azmak nehrinin kenarında bulunan, fiyatı 10 TL olan park yerine park ettik. Park yerine zaten park edilir, niye böyle dedim bilmiyorum. Neyse indik arabadan. Kısa bir keşfin ardından mayoları giydik. Bakın; ben herkese normal gelen sıcaklıktaki sularda üşüyen biriyim. Ama bu nehir o kadar soğuktu ki üç kere daldım, her seferinde en fazla 10 sn kalabildim. Soğuğu canımı yaktı. Sadece ben değil birçok insanın da bu yüzden dalıp dalıp hemen çıktığına şahit oldum. Ha kalabilen var mı.. Var. Mesela büyük kuzenim. Ben baya zayıf biriyim belki de bu yüzden üşüyorum, kuzenim tam tersim, toplu biri. Belki de bu yüzden uzun süre suda kalabildi. Girildiğinde vücutta şok etkisi yapıyor. O sıcakta iyi geldi. Evet soğuk, insanın içini kımıl kımıl yapan bir his ama kesinlikle tadına bakılmalı. Hele ki güneşte yandıysanız birebir.
Haritada gördüğüm Gökova Orman Kampı’nda geceyi geçirmek için yola çıktık. Ancak 2 km uzaklıktaki kampa vardığımızda maalesef burada kalamayacağımızı gördük. Orman kampı değil sanki Suriyeli mülteci kampı. Bu nasıl bir kalabalık.. Her yer dolu, iğne atsan yere düşmüyor, çadırdan orman gözükmüyor. Tabi bu kalabalıkta her renkten insan var, buzdolabı getireni gördüm, kapağını açmış serinlemeye çalışıyordu.
Saat 17:00 gibi Marmaris’e yöneldik. Gördüğünüz gibi sürekli hareket halindeyiz. İnsanı cidden yoruyor. 30 km’lik yolculuğun ardından akşam üzeri Marmaris caddelerinden geçiyoruz. Buraları gördükten sonra Ankara ne ki ? Cidden ne ya? Neyse konuya dönelim. Hareket devam ediyordu. Kendimize bir kamp alanı arıyorduk. Marmaris’i biraz geçtikten sonra İçmeler denen yerde halk plajının önünde durduk. Bu manzara bize kamp yeri bulmamız gerektiğini unutturdu. Mayoları giydiğimiz gibi suya attık kendimizi. O kadar temizdi ki akşam karanlığında bile dibini görebildim. Yaklaşık bir saat kadar yüzdük. Çok sakindi, neredeyse bizden başka kimse yoktu diyebilirim. Bu karmaşık tatilin en güzel anıydı.
Fotoğraf çekmeye fırsatım olmadığı için alıntıdır.
Açız, evet aç…
Elit bir yerdi burası. Öyle sıradan bir deniz kenarı değil, şık, kendini farklı bir yerde hissetiriyordu. Çevrede Rus ve Yunan karışımı insanlar çoğunluktaydı, nadir Türkçe duydum. Şimdi gözünüzde şu olayları canlandırmanızı istiyorum:
Plajın dibine park ettiğimiz arabamızdan tüpü, tavayı ve çaydanlığı çıkardım. Bim’den aldığımız Emin marka et döneri attık tavaya. Yanına biraz domates, biraz da soğan… offf…
Ben et döneri sardığım soğanlı domatesli bazlamamdan koca bir ısırık alırken sarışın bir kadınla göz göze geldim. Bana bir bakışı vardı ki… Sulak ortamlarda yaşayan, deniz kestanesi ve yosunla beslenen bir hayvan oldum onun gözünde. Bakışıyla her şeyi anlattı. Bir Türk olduğumuzu ispatladık. Tava gitti çaydanlık geldi. Denize ve bu cezbedici manzaraya karşı sarhoş olana kadar içtik. Gerçi karanlıktı artık, biz de hayal edip içtik. Lakin çay sarhoş etmiyor. İçtiğim o kadar çaydan sonra bendeki tek değişiklik mesanemin doluşuydu.
Plajda kamp yasakmış, hemen Honaz Dağında yaptığımız gibi bir mescit-cami bulmaya karar verdim. 1,5 km kadar yakında “İçmeler Yeni Cami” adındaki yeri buldum. Gerçekten çok orijinal isim bulmuşlar. Çok düşündükleri kesin. Yani yeni bir cami yapıyorsun üstüne üstlük bu camiyi nerede yaptığının farkına varıyor ve ismini de ona göre seçiyorsun. Vay bee…
Camiye girdiğimizde bizi bir adet horlama karşıladı. Bu adam kim, neden burada yatıyor bilmiyorum ama öyle bir horluyordu ki ilk girdiğimde caminin jeneratörü çalışıyor sandım. Abartmıyorum, bu kadar yüksek sesle horlayanı görmedim. İki şişme yatağı attık caminin içine. Herkese yatmasını söyledim, zira arabanın bagajıyla başbaşa kalmak istiyordum. Dediğim gibi araba ağzına kadar doluydu. Düzenleme yapılmazsa (ki benden başkası da yapamaz-yapmaz) her şey kaybolur. 45 dakika civarı arabayla uğraştım, en sonunda olduğu kadar bir düzene soktum. Bitirdiğimde bunu yapmasaydım uyuyamazdım diye düşünecekken anladım ki şu lanet horlama olmasa uyurdum. Birkaç saat sonra mecbur yatakları caminin avlusuna taşıdık. Abartmadığımı anlamışsınızdır umarım.
Yıllardır pek çok tatil yerinde sivrisinekler arasında tanınan biriyimdir. Ayıptır söylemesi; geceyi benimle geçirmeyi severler. Resmen tecavüze uğradım. Caminin avlusuna çıkarak onlara kendi ellerimle taze et sundum. Sabah uyandığımda artık ben eski ben değildim. Değişmiştim. Tenimdeki şişlikler geceki ziyafetin artıkları gibiydi. Bakın ciddi söylüyorum açık derimde yer mi kalmadığındandır nedir biri t-şörtün üstünden sokmuş pezevenk. Petrol kuyusu açmış hayvan. Bazısı da zevk için dalmış, kanı çekmemiş, boyuna zehir bırakmış. Anasını mı öldürdüm nedir intikam almış..
Sabah namazıyla birlikte eve dönüş için yola koyulduk. Dönüşte Pamukkale’ye uğrayacak hal kalmadığından ve Honaz’ı çok sevdiğimizden bir daha girdik ve kahvaltıyı orada yaptık. Gece 00:30 gibi eve ulaştık. Pestilim çıkmış bir halde duştan sonra bir uyudum ki ertesi gün uyandığımda öğlen olmuştu.
Bir maceranın daha sonuna geldik. Bilgilendirici olmaktan ziyade paylaşma isteği duyduğum bir yazı oldu, umarım beğenmişsinizdir. Bol kamplı tatiller dilerim.
Not: Tişörtten sokan şerefsiz, seni bulacam oğlum !
SALDA’YA FOTODAKİ GİBİ GÜNEYDEN GİDERSENİZ DAHA RAHAT EDERSİNİZ (ANKARA-SALDA GÖLÜ)
ÇEKTİĞİM DİĞER FOTOĞRAFLAR…
Gerçekten eğlenceli bir anlatım olmuş; ilgiyle okudum.Bir sonraki rotam Salda olacak 🙂
Benim için asıl kahraman;
Menemen, her yerde ve her zaman hayat kurtarmak için var sanki…
Zira menemen;
Kötülükten münezzehdir. ????
Geri İzleme: İlk Kamp Macerası – Genç Yazı