İnternette rastladığım ve etkilendiğim bu yazıyı paylaşmama izin veren arkadaşım Yunus’a teşekkürlerimle..
Her ne kadar ‘yol bir yere gitmez’ dese de şair, bazen gideceği tutar işte..
Her birliktelikte olduğu gibi çok sevginin harmanlandığı, belki kendine göre çok acıların çekildiği, uğruna emekler harcanmış, savaşlar verilmiş bir ilişkim vardı tam 7 yıldan bu yana..
Bazı arkadaşlar/abiler bilir bir süre önce bu ilişki bitti, nişan attık.. Düğüne ne kalmıştı halbuki..
Hayırlısı.. Demek ki böyle olması gerekiyormuş..
3 gün önce kafama esti yine ve hazırlıklara başladım. Belki gidip yüzüğü kafasına atmak için, belki kendisi her ne kadar istemese de, hatta kendisi istiyor olsa bile bu saatten sonra olmayacağını bilmeme rağmen son bi kez görmek için, belki karşımda görünce bu kez ben dönüp ayaklarına kapanacagim için.. Velhasılı sebebini benim bile belirleyemediğim bir şekilde yola düşmeyi kurdum kafadan..
İstikamet Sakarya..
Gidilecek rota planlanmadı.
Dönüş rotası planlanmadı.
Kıyafetler kuru temizlemeye verildi, yarın yola çıkmadan önce alınacak..
Rahat yol yapmak için İskenderun’ a gidip kahve eşliğinde motor değiştirildi..
Eve geldim, yatmadan hazirliklari tamamladim. Bu kadar kiyafetin bircogunu kullanmayacak olsam da alıyorum her seferinde niyeyse..
Sabah annem beni kahvaltıya kaldırmaya geldiğinde manzarayı görünce kahvaltıda pek bi huzursuzdu. E haklı kadın, daha nereye gideceğimi ne için gideceğimi bile bilmiyordu sabah odaya girene kadar. Gerçi söylediğim zaman da tepki gösterdi.. Madem gidecektin niye bu kadar bekledin diyerek.
Sabah 8.30 kuru temizlemecinin önündeyim. Bir öğreniyorum ki daha hazır bile değil kıyafetler. Verdikleri sözü yerine getirmedikleri için bağıra çağıra ıslak kıyafetleri alıp başka bir kuru temizlemeye kurutmak için gidiyorum.. Bunlar hep zaman kaybı. Saat 11.00’a yakın bitiyor işler.
Çıktık yola.. Hem biran önce bitmesini istediğim hem de neyle karşılaşacağımı kestiremediğim için aslında hiç bitmesini istemediğim, gideceğim yere beni vardirmamasini istediğim o yola..
Pozantı Ankara arası sürekli şiddetli rüzgar sebebiyle zaman zaman seyir hızım 90’lara kadar düştü.
Ve Ankara..
Bu öykünün doğduğu topraklar.. Armada’nın önünde ilk buluşma.. Eryaman’da birlikte tutulmuş, her bi köşesine her eşyasina birlikte emek harcanmış bir ev. (Öyle ki ailem beni Elazığ’da üniversite okuyor sanırken benim okulu bırakıp Ankara’ya gidip düzen kurduğum ev ) İlişkimizde sancılı dönemler geçirdiğimiz bir zamanda Hatay’daki işi gücü bırakıp sevdiceğimin gönlü olsun diye gidip yerleşip sıfırdan düzen kurduğum, sokaklarında çok başı boş gezdiğimiz şehir.. Sevmezdim seni, sevdiğimi elinde tutmasaydin ey Ankara…
Siz hiç birine sarılıp geri bıraktığınızda içinizden bir parça kopuyor gibi oldu mu? Aslında sarıldığınız kişi sizden bir parçaymış da sizden habersizce içinizden söküp almışlar gibi birine sarıldığınızda öylesine tamamlanmış hissettiniz mi kendinizi?
Ve Bolu..
Dörtdivan tesislerinde duruyorum. Birlikte geldiğimizde oturduğumuz masaları tek tek hatırlıyor hiçbirine oturamıyorum.. Atıştırmalık birşeyler alıyor hayallere dalıyor yiyemiyorum..
Tekrar yola çıkıyor Bolu’dan Sakarya’ya kadar ara ara ıslanarak devam ediyor varıyorum gideceğim yere.
Bir AVM’de durup aramaya çalışıyorum ama ne mümkün telefonundan engellemiş beni ve zaten geleceğimi bilmiyor. Mail atıyorum yerimi bildirip musaitsen gel diyorum. Cevap geliyor kısa ve öz ‘değilim’. Bi daha ses çıkmıyor..
Geceyi merkezde geçiriyor sabah tekrar mail atıyorum birkaç kez. Artık umudumu kaybederken cevap geliyor ‘geleceğim benden haber bekle’.
Merkezde açık hava bir çay ocağı – park tarzı bir yere gidiyor oturuyorum ve bekleyiş başlıyor. Saat 10.00..
Çay sigara eşliğinde sinir ve stres katsayısı artarak devam ediyor taa ki saat 15.00’a kadar.
Evet gelmişti, evet çok sinirlenmiştim ve bende kalan nişan yüzüğünü verip arkama bakmadan dönüp gidecektim.. Ama bunlar aklımın söyledikleriydi, ya kalbim? Hiç hesaba katmış mıydım bana neler yaptıracağını?
Daha görmeden anlamıştım geldiğini. Kendinden önce kokusu geldi kapladı tüm varlığımı.. Sanki cennetin kapılarını aralamışlar da misk-i amber kokusuyla sarhoş olmuşum gibi dindirdi ve sakinleştirdi bir anda beni.
‘Keşke motorla gelmeseydin’ dedi beni düşünüyormuşcasına. Sesini duymaya bile hasret kalmışım o zaman anladım ve yüzünü gördüğümde hatırladım kendisini ne kadar çok sevmiş olduğumu..
Hava bozduğu için motoru bırakıp arabayla gittik bir yere, oturduk konuştuk. Farkında bile değildim neler söylediğimin, bir an kendime dönüp baktığımda ikna etmeye çalışırken gördüm karşımdakini ama ne fayda çoktan yitirmiştik bazı şeyleri.
Yine de dedim ‘bir çıkar yol bulalım’,
‘Öyle bir yol kalmadı’ dedi,
‘Bir yol açalım’ dedim,
‘Benim gücüm inancım kalmadı’ dedi ve sustum..
Özlemle hasretle öfkeyle nefretle..
Sustum!
Sustum!
Ne kadar susulacaksa o kadar sustum!
Kendimle konuşuyorum şimdi yalnız…
Yalnız yüreğimle dokunuyorum sesime,
kimse duymuyor…
Sustum.
Sustu dudağımdaki şarkı, gözlerimdeki şiir,
yaraları yalayan rüzgar,
sokaklarında kahrolduğum şehir,
gözlerim konuşuyor yalnız!
Sustum!
Bin ah sürüp dudaklarıma,
ne kadar susulacaksa o kadar sustum!
sustu benimle deniz,
Sustu deli dalgalar, sustu martılar…
Umutlarımı sarıp rüzgarlara,
uzaklara savuruyorum her gece,
yıldız yapıp serpiyorum gökyüzüne,
kimse görmüyor…
Saçı ağarmış hayaller,
nemli kirpiklerle
bulutlandığında gözlerim
gökte şimşek olup çakıyorum.
Kimse görmüyor…
Sustum!
Tuz basıp yaralarıma
sustum
İçinde volkanlar taşıyan bir derviş gibi
yaslanıp yalnızlığın duvarına
gül döküp kalabalıklara
kimsesiz geziyorum gönül ülkemi her gece
kimse bilmiyor…
sustum!
sustu benimle gök, sustu dağ, sustu toprak
acılar konuşuyor şimdi yalnız
yaralı gönlümün sızıları konuşuyor
tutup öldürüyorum içimdeki sevdaları bir bir
atıyorum uçurumlardan
kimse görmüyor
sustum!
saçlarını kokluyorum rüzgarların
dudaklarından öpüyorum hayatı
içimde incecik bir sevgi ürperiyor
sarı hüzünler dökülüyor gönül bahçeme
gelmiyor beklediğim bahar
yaralar merhem tutmuyor
gözyaşı olup dökülüyorum kaldırımlara
mendil silmiyor
yağmur dinmiyor
sevdiğim bilmiyor
sustum
sustu benimle sarı sabır, sustu hasret, sustu zaman
sustum
yalnız gözlerimle dokunuyorum hayata
kimse duymuyor
sustum!
İçimdeki dalgalar kabardıkça volkanlar gibi
sustum
sustu dudaklarım, sustu gözyaşlarım
sustu gözlerimdeki şiir
gönlümdeki nehir
bulutlar haykırdı isyanımı
şimşekler haykırdı
sadece ben duydum
sadece ben
ey beşiğini sallayıp boğduğum hayat
kucağımda büyütüp öldürdüğüm sevgi
yaralar merhem tutmuyor
geceler avutmuyor
ben sustum
acılarım konuşuyor yalnız
ben sustum!
susmuyor yüreğimi kavuran kasırga
pencereme vuran yağmur damlaları
susmuyor her gece dışarda inleyen rüzgar
gelmiyor bahar
kuşlar sevinmiyor
yıldızlar küs
ay üzgün
güneş doğmuyor
acılar dinmiyor
içimde binlerce şiir kanıyor her gece
kimse bilmiyor
sustum!
sustu benimle sarı sabır, sustu hasret,
sustu hayat
sustu zaman
acılar konuşuyor yalnız
acılarım konuşuyor
kimse duymuyor…
duymuyor…
duymu…
duy…
Ve geldi ayrılık vakti..
Çıkardım kutusundan yüzükleri uzattım ve ‘seç birini’ dedim..
Durdu karşımda öylece.. Kendi yüzüğünü alıp taksa parmağına diye düşündüm. Sonrasında yaşanacak hayatı, düğünümüzü, evimizi hatta doğacak çocuklarımızı..
‘Sende kalsın’ dedi..
Bende kalmıştı zaten en ağır parça..
Gözlerim doldu sesim çatallandı
‘Bir daha sana bu seçimi yaptırabilecek miyim’ dedim ses etmedi..
Bir kez daha topladım gücümü ve tekrar söyledim ‘seç birini’..
Düşündü..
Belki bir ömür geçti aradan belki bir asır.
‘Bak’ dedim ‘bak ne kadar güzel senin yüzüğün’ gülmeye çalışarak, ağlamaklı..
Uzattı elini ve aldı bana ait olan yüzüğü, bize ait olan hayatı, hayallerimi umutlarımı..
‘Böyle olması gerek’ dedi
‘Dikkat et kendine yola çıkma bu havada’ dedi
‘Hoşçakal’ dedi..
Sanki canlı canlı gömerlerken beni, üzerime ilk toprağı kendisi attı. Daha fazla direnemedi gözyaşlarımız düştü toprağa, sarılırken son kez. Bizimle beraber ağladı gökyüzü “yapmayın” dercesine.
‘Hakkını helal et’ dedim ve gitti..
Kendi nefesim boğarken beni dayanamadı titreyen dizlerim bu yüke.. Şapka çıkarılacak gidişinin ardında diz çöküp kaldım öylece.. Ta ki yağan yağmur yüreğimi söndürene, kalbim diz çöktüğüm toprak kadar çoraklaşana kadar..
Geceyi Karasu’da deniz kenarında geçirdikten sonra vurdum kendimi yollara. Sadece yakıt ihtiyacı için durdum tabi bir de ağlama kriziyle tanışma fırsatı bulduk Tuz Gölü’nü geçerken..
Erkek adam ağlamaz lafının yalan olduğunu nefesim hıçkırıklarımla kesilene kadar ağlarken anlattı hayat bana..
Belki bana düşmez ama hayatınızda gerçekten sevdiğiniz bir insan varsa hadi kalkıp gidin yanına ve hiçbir şey söylemeden sarılın ona.. Dünya telaşesini, günlük işleri, belki monotonlaşan hayatınızı bi kenara bırakıp ne kadar sevdiğinizi hatırlayın ve hatırlatın sevdiğiniz insana.
Yitip giden 1999.7 km
Biten bir aşk, bir ömür hikayesiydi benimkisi…
ve bitti..
Kaynak : http://www.motoroad.org/biten-bir-askin-ardindan-giden-yolun-hikayesi/
Son Aramalar
umutsuz aşk hikayeleri, ayrilik vakti biten bir ask, ayrilik ve yuzuk, biten ask ayrilik vakti, biten hikayem şiiri, bu iliskinin rotasi siir, elveda koylu kizi siiri, emek harcanmis ask hikayeleri, en acı aşk hikayeleri, fesbukkizlari, hatay Dörtyol un coğrafi Özelliklerini yansıtan bi efsane şiir yada öykü, umutsuz ask benimkisi siiri, umutsuz aşk şeirleri yazili, umutsuz aşk şiirleri, veda ayrılık hikayesi, veda siiri ve hikayesi ask
Bir birliktelik, bittiği zaman bile ardından gitmeye değecek kadar kıymetli olmalıdır. Bu birlikteliği kurtarma şansınız yoksa bile en
azından ‘keşke’lerle dolu şu hayatımıza bir ‘keşke çentiği’ daha atmamak için.. Ve ne olursa olsun, ne kadar acı çekersek çekelim hayat birgün bir şekilde sizi kendisine bağlıyor.
Kendinize dair umutlarınızı kaybetmemeniz dileklerimle..
Sevgili Yunus, en samimi duygularınla bu gönül hikayeni bizimle paylaştığın için kendi adıma sana ne kadar teşekkür etsem az. böyle bir aşk ancak böyle anlatılabilrdi herhalde. eline yüreğine sağlık kardeşim.. görüşmek üzere..
Yunus Bey’e teşekkür ederiz. Elinize sağlık.
Yazı gerçekten acıyı hissettiriyor, yazan da bunu ifade edebilmiş. Paylaşım için teşekürler.
Aradan 1,5 yıla yakın zaman geçti, yaşamın devamında neler oldu?
Mesaji şimdi görebildim..
Aradan epey zaman geçti evet.
Yaşamın devamında o acılar epey devam etti, yeniden denemeler yine yanılmalar. Şartları zorladıkça daha da kötüye gitmeler. Sonra bir karar aldım ve o günden sonra güçlü durmaya başladım. Ben güçlendikçe bahsi geçen şahış tekrar konuşmaya çalıştı. Bunu her yapışında ben yine ümitlenmeye başlasam da aldığım kararın arkasında durdum ve bugün dimdik ayaktayım.
Acılar geçiyormu?
Hayır.
Sadece onlarla birlikte nasıl yaşayacağını öğreniyorsun.
Hayat öğretiyor..